27 Şubat 2010 Cumartesi

ROMARCORD ya da ROMA’YI HATIRLIYORUM


Giriş

Gezi günlükleri tutmaya başlayalı çok olmadı. Yaklaşık iki yıldır, yurtdışına yaptığım seyahatleri kayda geçiriyorum. İki yıl önce Havana’ya yaptığım, hayatımın en büyük yolculuk deneyimi sonrasında gezi anılarımı yazmaya başladım. Neden gezi anılarımı yazma gereği duyduğuma gelince, onun ayrı bir öyküsü var ve belki başka bir sefere anlatırım.

Aslında ilk yurtdışı yolculuk maceram Havana’dan 17 yıl öncesine, 1991 Ağustos’unda yaptığım Roma seyahatine uzanıyor. Uçağa binmek, yurtdışına çıkmak, hele hele Roma’da bir hafta geçirmek, o güne kadar sadece ailesiyle yurtiçinde tatil yapmış ve lise sona geçmiş bir genç için inanılmaz heyecanlıydı. Ama gençlik işte… Not tutmak, deneyimlerini kayda geçirmek gibi gaileleri olmuyor insanın o yaşlarda. Yıllar geçince anlaşılıyor kayıt tutmanın önemi.

Geçtiğim sokakların, yediğim yemeklerin, tanıştığım insanların isimleri aklımda pek kalmadı, Roma tatilinin tüm detaylarını hatırlayamıyorum ama neyse ki fotoğraflar var. Diyorum ki, o günlerden kalan bazı fotoğraflarla 20 yıl öncesinin Roma’sında, hafızamda yer eden anılara doğru ufak bir geziye çıkalım.

Not: Yazıdaki fotoğraflar ağabeyim ve benim tarafımızdan çekilmiştir, ama hangi fotoğrafı kim çekti hatırlamıyorum. Ama fotoğraflar çekilirken beraberdik. Ayrıca fotoğrafların dijital ortama geçirilmesinde katkısı olan fotoğrafçı arkadaşlarım Ayhan Savaşan ve Tan Kurttekin’e teşekkür ederim.


Ad Roma!
Hikaye şöyle başladı. Ağabeyim (buradan sonra abi olarak geçecektir) Norveç’te yüksek lisans yapıyordu ve dönme zamanı yaklaşmıştı. Bizimkiler de çocuk (ben) memleket görsün diye beni oraya göndermek istediler. Ancak ne olduysa Norveç’ten vize alamadık. Bu sefer rotayı, abimin tanıdıkları da olduğu için Roma’ya çevirdiler. İtalya bir haftada vize verdi. Ben İstanbul’dan, abim Oslo’dan 19 Ağustos 1991 tarihinde Roma’ya uçtuk ve Fiumicino Havaalanında buluştuk. Bizi karşılamaya gelen abimin arkadaşı Alessandro abi (!) ile birlikte Roma’ya, d’Uffizi’lerin Trastevere’de Via Fonteiana sokağındaki evlerine doğru yola çıktık. Bir hafta boyunca Alessandro abi ve ailesinin misafiri olduk.



İşte Roma’da çektiğimiz ilk fotoğraf karesi. Piazza Colonna’nın hemen yanındaki Piazza di Monte Citorio. Dikilitaşın arkasındaki bina Temsilciler Meclisi binası. Yanılmıyorsam Alessandro abinin babası bu binada çalışıyordu.
---

Ünlü Vittorio Emmanuelle Anıtı. Birleşik İtalya’nın ilk kralı Vittorio Emmanuelle II’nin adına, 1911’de başlanıp 1935’te tamamlanan anıt. Nam-ı diğer “düğün pastası”. Has Romalılar antik kalıntılar üzerine yapılan bu binayı sakil buluyorlar ve hiç sevmiyorlar, ama o kadar merkezdeki her gün birkaç kez önünden geçmek zorunda kalıyorduk.
---

Artık kimse Anita Ekberg kadar cesur değil. Trevi Çeşmesi’ne kimse giremiyor. Ben ise girmek bir yana, çeşmenin etrafını saran kalabalığı yarıp elimi bile sokamadım suya. Para da atamadım. O nedenle Roma’ya geri döneceğim şüpheli. Pek iyi bir fotoğraf olmamış ama Trevi Çeşmesi işte.
---

Ortada ben, yanımda abim, Roma katakomplarındayız. Arkamızda da orada tanıştığımız İspanyol bir aile. Abim onlarla İspanyolca konuşurken ben bön bön dinliyordum. Abim İtalyanlarla İtalyanca konuşurken ben yine bön bön dinliyordum. Ben İtalyanlarla İngilizce konuştuğumda ise onlar bön bön dinliyorlardı.

Sana bir tepeden baktım aziz Roma!


Gianicolo’da günbatımına karşı Bayan Garibaldi’nin heykeli. Biraz ötede bizzat Garibaldi’nin de at üstünde, vakur duran bir heykeli vardı. Ama şaha kalkmış atıyla, elinde tabancasıyla işgalcilere saldıran Bayan Garibaldi tam bir kahraman gibi görünüyordu.
---

Gianicolo, Trastevere’de ağaçlıklı yolları ve parklarıyla gezmesi çok hoş bir tepe. Tüm Roma’yı tepeden izlemek için ideal. Kaldığımız eve çok yakın olduğu için yürüyerek gidebiliyorduk. Aslına bakarsanız abimin zoruyla neredeyse tüm Roma’yı yürüyerek dolaştık. Bayağı söylenmiştim abime ama zaten Roma’daki trafik sorunu nedeniyle pek çok yere otomobille girmek yasaktı.
---

Gianicolo’da, tepenin üstünde bir deniz feneri. Peki Roma’da deniz nerede? Asteriks’in kadim dostu Hopdediks’in dediği gibi: “Deli bu Romalılar!”
---

Yine Gianicolo’da bir parkta kukla tiyatrosu. Pulcinella sahnede. Büyük küçük herkes ilgiyle oyunu izliyordu.
---

Trastevere’de bir sokak. Hiçbir özelliği yok. Sıradan Romalılar, böyle sıradan sokaklarda oturuyorlar. Roma’daki ilk günümüzün sonunda, eve dönerken bunun gibi birkaç fotoğraf çektim. O günden beri gittiğim yerlerde anıtların, ünlü binaların, turistik mekanların yanı sıra birkaç poz da sıradan sokaklara ayırırım.

Forum’a giderken komik bir şey oldu.


Ave yüce Sezar! İkinci gün turumuza Roma Forumu’ndan başladık. Palatine Tepesi ile Capitoline Tepesi arasındaki geniş alanda Roma İmparatorluğuna ait idari binaların, tapınakların, bazilikaların, çarşıların ve sarayların kalıntıları var. Antik Roma’nın kalıntıları arasında, 2000 yıl önce hayatın, politikanın ve tabii entrikaların döndüğü yerlerde dolaştık.
---

Bir turist kızımız yandaki heykele özenmiş olacak. Herhalde kalıntılara en büyük tahribatı turistler veriyordur. Aramızda kalsın, benim de kaide üstünde Romalı selamı verirken çekilmiş bir fotoğrafım var.
---


Hiçbir Roma tatili Colosseum’u gezmeden biter mi? Benimki bitti. Colosseum’un önüne geldiğimizde öğle tatili olmuştu. İçeri giremedik, ancak parmaklılar arasında içerisini şöyle bir görebildim. Abim de “zaten içeride fazla bir şey yok, toz toprak” filan diyerek durumu geçiştirdi.


MS 70’lerde İmparator Vespasian’ın yapımını başlattığı MS 80’de Titus zamanında tamamlanan 50 bin kişilik bu anıtsal yapının devasa sütunlu yolundan yürümekle yetindik.
---

Roma’nın ara sokaklarında yürüyorsunuz. Eski bir binanın önünden geçerken, kapısından içerideki avluya gözünüz takılıyor. Kapıdan geçip avluya giriyorsunuz. Karşınıza insan kafası şeklinde eski bir çeşme çıkıyor. Roma’da yürürken yoldan çıkmanız işten değil.
---

Hayranlık verici Pantheon. Antik Roma’da tanrılara adanmış bir tapınak, Hıristiyanlık döneminde ise Katolik kilisesi. Ve bir mimarlık şaheseri olan kubbesi. Burayı da görmeden Roma’dan ayrılsaydım o kadar yol gelmenin hiçbir anlamı kalmayacaktı. Ağustos ayında Roma’ya gitmek çok yanlıştı aslında. Müzeler tadilattaydı. Mağazalar kapalıydı. Mikelanj’ın Musa heykelinin olduğu kilise kapalıydı. Sistine Şapeli’nde Mahşer Günü resmi restorasyondaydı. Her tarafta “chiuso-kapalı” tabelası görmekten sıkıntı gelmişti.
---

Piazza Navona bence Roma’nın en güzel meydanıydı. Meydanı çevreleyen Barok binaları, kafeleri ve çeşmeleri, özellikle de Bernini’nin tasarımı olan Dört Nehir Çeşmesi ile. Ben Neptün Çeşmesi’nin fotoğrafını çekmeyi tercih etmişim. Her ne kadar şaheser olsalar da, ağustos sıcağında bu çeşmelerin bize pek faydası yoktu. Ama Romalılar iyi düşünmüş. Bu tip çeşmeli meydanların kenarında bir de insanların su içebileceği, daha sade, ufak çeşmeler vardı. Dışarıda şişe su aldığımızı hatırlamıyorum.


Piazza Navona’daki kafelerden birinde oturmayı çok isterdim. Abim turistik ve pahalı oldukları için, haklı olarak kısıtlı bütçemizi zorlamak istememişti. Bir gün tekrar Roma’ya gidersem o kafelerden birinde oturup meydanı izleyerek bir cappuccino içmeyi isterim. 

Nasıl Vatikanlı olunur?


Roma’yı ikiye bölen Tiber Nehri usul usul akıyor. İleride San Pietro Katedrali’nin kubbesi görülüyor. Nehir bir dönem bayağı kirliymiş. Bizim gittiğimiz dönemde temizlik çalışmaları devam ediyordu.
---


Roma’yı Vatikan’a bağlayan Via della Conciliazione doğrudan San Pietro Maydanı’na açılıyor. Katolik Hıristiyanlığın merkezine bu kadar yakın olunca her tarafta bolca rahip ve rahibe görüyor insan.
---

Vatikan Müzelerinin sanat galerisi Pinacoteca’da sayısız tablo var. Hepsini fotoğraflamak imkansız. Gerçi bir ara abimin öyle bir niyeti olduğunu sezinledim. Ben “Resmin resmi çekilir miymiş? Çıkışta bir katalog filan alırız” deyince bu düşüncesinden vazgeçti. Böylesi eminim hem daha ekonomik oldu hem de bize zaman kazandırdı.

O zamanlar fotoğraf çekerken iki kere düşünüyorduk. İdareli olmak zorundaydık. Buna rağmen Roma’da 11 kartuş film harcadık. Şimdi dijital kameralar var, şımarıyoruz. Şimdi gitsem kaç megabaytlık hafıza kartı gerekir acaba Roma için?

Bu resimleri fotoğraflamamın nedenine gelince; Hz. İsa ve azizin farklı bir açıdan resmedilmiş olması ilgimi çekmişti.
---

Vatikan Müzelerindeki yüzlerce heykelden biri. Ne heykeli olduğunu pek hatırlamıyorum. Çocuğunu seven bir tanrı… Yanındaki üzüm salkımlarına bakılırsa muhtemelen Bacchus…  Gözüme güzel gelmiş olmalı ki fotoğrafını çekmişim.
---                                                                                                         
Sonradan Romalı olmanın üç yolu varmış: İlki Roma’nın çeşmelerinden birine girmek. İkincisi bir Romalı gibi otomobil sürmek. Yani çılgın gibi… Üçüncüsü ise Olimpica isimli devasa dondurmayı yiyip bitirebilmek. Abim ilk gelişinde bu dondurmayı bitirebildiği için kendini Romalı addediyordu. Ben Romalı olamadım. Ancak Vatikanlı olduğumu düşünüyorum. Neden derseniz: Abim Vatikan Müzelerinin koridorlarına her nasılsa ters yoldan soktu bizi. Herkesin aksi istikametinde yürüyorduk. Sonuçta o gün, o uzun koridorları üç kez kat etmek zorunda kaldık. Ben de kendimi Vatikanlı ilan ettim.


Bilmem kaçıncı geçişimizde, camekanın içindeki bu çoban İsa heykelciğini fotoğraflarken kendimce küçük bir görüntü oyunu yapmak istemiştim.
---


San Pietro Katedrali’nin içinde bir heykel dizisi. Akşam güneşi, katedralin kubbesindeki camlardan sızıp heykellerin üstüne düştüğünde ilahi bir manzara sergiliyordu. Keşke daha iyi çekebilseydim bu fotoğrafı.
---

Papa’nın koruyucuları İsviçreli askerler. Ellerinde mızrakları, bellerinde kılıçları, renkli üniformalarıyla pek de ciddiye alınacak tarafları yok. Ama tam 500 yıldır Papa’ya sadakatle hizmet ediyorlar.
---

Piazza di Campidoglio’daki Capitoline Müzeleri, bence Roma’nın en önemli ve en güzel eserlerini barındıran müzesi – Vatikan’ı ayrı tutuyorum. Müzeleri oluşturan ve 15. yüzyıl ile 19. yüzyıl arasında yapımı süren üç sarayda, farklı dönemlere ait resimler, heykeller, eşyalar sergileniyor. Ancak benim için en önemlisi, Roma’nın simgesi olan anne kurt heykeliydi.
---


Roma’nın simgesi anne kurt ile Remus ve Romulus. Truva soyundan gelen ve savaş tanrısı Mars’ın ikiz oğulları olan Remus ile Romulus, doğduktan sonra sepet içinde Tiber Nehri’ne bırakılır. Anne kurt bunları bulur ve emzirir. (Tanıdık geldi değil mi?) Daha sonra Romulus, Remus’u öldürür ve Roma şehrini kurar. Efsanenin kısaltılmışı böyle. Capitoline Müzelerinde en çok görmek istediğim eser bu heykeldi. Neden bende saplantı olduğunu hatırlamıyorum. Hatta çıkışta küçük biblosunu bile almıştım. Hâlâ başucumda duruyor

Kırda bir pazar




Hafta sonunu geçirmek üzere d’Uffizi’lerin Genazzano’daki kır evine davetliydik. Roma’dan birkaç saat uzaklıktaki Genazzano, şatosuyla, taş evleriyle, dar sokaklarıyla tipik bir İtalyan kasabasıydı. Bu arada şato Alessandro abinin atalarına aitmiş. Kır evi dediğim de eski bir manastırdı. Evdeki ilk sabahımda uyandım ve aşağı salona indim. Beyaz kireç boyalı duvarlar, sade bir dekorasyon, pencerelerden içeri dolan sabah güneşinin yumuşak ışığıyla aydınlanmış serin, ferah bir salon… Müzik setinde Marcello’nun Obua Konçertosu çalıyordu. Abimin yanında getirdiği CD’lerden biri… Genazzano’da beynime kazınan ve asla unutamadığım bir görüntü oldu bu. Ne zaman o parçayı dinlesem bu görüntü zihnimde canlanır.
---

Genazzano’da iki küçük melek. Sanırım anneleriyle kilisede bir törene gidiyorlardı.
---


Alessandro abinin ailesinin de şarap bağları vardı. Ailenin bir kolu şarapçılıkla uğraşıyordu. Biz de bağlara ufak bir ziyarette bulunduk. Malum İtalyanların masasından şarap eksik olmaz. O zamanda şimdi olduğu gibi içkiden hoşlanmadığım için ev sahipleri beni memnun etmek için her yemekte meyve suyu ikram etmek zorunda kalıyorlardı. Sofraya sürahiyle normal su getirme adeti yoktu. Su deyince maden suyu anlıyorlardı. Allahtan musluktan akan su içilebiliyordu da her yemekten sonra elimi ağzımı yıkarken bol bol su içebiliyordum. Düşünüyorum da neden bir şişe su doldurmalarını istememiştim. Ev sahiplerini mahcup etmemek için herhalde…
---
Roma'dan ayrılmadan son bir yere uğramak istiyorum. Ama makûs talihim peşimi bırakmıyor.


Sinema eğitimi almak isteyen bir genç için Cinecitta’dan daha önemli bir ziyaretgâh olabilir mi Roma’da? Tabii içine girebilirse. “Scusi. Ağustos ayındayız. Herkes tatilde. Sizi gezdirecek kimse yok.” Ağlamak istiyorum. Roma’daki son günümdü. Cinecitta’nın kapısının önündeydim. Ama içeri giremiyordum. Alessandro abi birilerini arayıp torpil bile yaptırmaya çalıştı ama nafile. Yine de orada olduğumun belgesi işte.
---

Roma’daki son iki fotoğrafım. İlk fotoğraftaki bina yine Gianicolo’da Alessandro abinin torpiliyle ziyaret ettiğimiz bir binaydı. Yeni restore ediliyordu. Bizi gezdiren görevli bey, orasının daha önce büyükelçilik olarak kullanıldığını ve her nasılsa eski ev sahiplerinin duvarlardaki süslemelerin üzerini boyadıklarını söylemişti. O süslemeleri kurtarmak için uğraşıyorlardı. Roma’da bile böyle şeyler oluyormuş.

Sonuncu fotoğrafa gelince niye çektiğimi hatırlayamadım. Bakınca pek anlamlı gelmiyor. O güzel binanın bahçesinde, filmi bitirmek için çekmiştim sanırım.

Arrivederci Roma

Tüm bu fotoğraflar ve yazdıklarım bir haftalık Roma tatilimin, doğal olarak sadece ufak bir kısmıydı. Bir hafta boyunca abimin rehberliğinde Roma’nın pek çok tarihi ve turistik mekanını gezdim ve hayatımın en özel tatillerinden birini yaşadım.

Roma tatilimin benim için bu kadar özel olmasının sebebi; ne gezdiğim gördüğüm yerler, ne ilk yurtdışı seyahatim olması, ne de gittiğim yerin Roma gibi muhteşem bir kent olmasıydı. Benim için en önemlisi abimle birlikte bir şeyler yapıyor olmamızdı. Ne o güne kadar, ne de o günden sonra, abimle bir arada bu kadar çok zaman geçirdiğimizi ve bu kadar yakın olduğumuzu hatırlamıyorum. Sanırım bu tatil boyunca ikimiz de abi-kardeş olduğumuzu gerçekten hissettik. Abimle bu keyifli tatili yaşamamı sağladığı için Roma’ya teşekkürlerimi sunarım.

Sinan Bâli
08.12.2009, Moda

Kaynakça: Google Map ve Wikipedia

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder