27 Şubat 2010 Cumartesi

YAZIN SON DEMİNDE ÇANDARLI

Bana öyle gelir ki, sonbaharın hüznünü en çok yazlık beldeler yaşar. İğne atsan yere düşmeyecek plajlar, boş masa bulunmayan lokantalar, diskolardan, barlardan sokaklara taşan insan ve müzik kalabalığı, okulların açılması yaklaşıp yazlıkçılar kışlıklarına dönmeye başladıklarında, havalar da hafiften serinleyince yavaş yavaş yerlerini sessizliğe ve boşluğa terk ederler. Tatil beldeleri hüzünle kışı beklemeye başlar.

Antonioni’nin “Bulutların Ötesinde” adlı bir filmi vardı. John Malkovich, Portofino’nun yağmurla ıslanmış, insansız sokaklarında, limanında dolaşıyordu. Bana göre, sonbaharın hüznünü anlatan en güzel sahnelerden birisidir.

On yedi yıldır, neredeyse her sonbahar olduğu gibi yine Çandarlı’ya geldim. Aklımdan yazın sona erdiği düşüncesini bir türlü atamadan... İzmir’in kuzeyindeki körfeze ismini veren Çandarlı, ne Bodrum-Marmaris gibi popüler, ne Bozcaada-Ayvalık gibi “kült”, ne de Çınarcık-Silivri gibi zamanını doldurmuş bir yazlık belde. Neden 17 yıldır her yaz hem de en az iki kez buraya geldiğimi sorarsanız; hemen hiç kesilmeyen rüzgârı sayesinde havasının, güçlü akıntısı sayesinde ise denizinin temizliğini ve tabii 17 yıldır burada bir yazlık eve sahip olmamızı neden gösteririm. Yıllar önce Çandarlı’da bir yazlık ev alınca, ailecek yaz tatillerini Türkiye’nin farklı yerlerini gezen yerli turist kimliğimizin yerini yazlıkçı kimliğine bırakmıştık.



Çandarlı’nın nesi meşhur derseniz, rüzgârı derim. Yazın bile sert esen rüzgâr tatilcilerin bazen keyfini kaçırır. Bu yüzdendir ki Çandarlı’nın arkasındaki tepelere rüzgâr türbinleri yerleştirilmiştir. Aslında genelde eylülde daha durgun bir hava olur. Pek çok kimseye göre en iyi zamanıdır Çandarlı’nın. Ama şansıma benim orada kaldığım sürece rüzgâr sadece birkaç gün kesildi. Bu nedenle yüzmek için rüzgârın karadan estiği, denizi durgun olan Çandarlı Plajı’nı bu sefer daha fazla ziyaret ettim. Kalabalık bir yazın ardından, plajda denizin keyfini çıkaran çok az kişi kalmıştı. Üstelik suyun şaşırtıcı derecede ılık olmasına rağmen. Çandarlı’nın denizi genelde durgun, ama çivi gibi soğuktur. Koca plajda – aslında pek koca değil, sahil yolunun başladığı noktadan limana kadar birkaç kilometrelik dar bir kumsal – çocukları henüz okul çağına gelmemiş aileler, emekliler, birkaç turist, birkaç da genç vardı. İşte el ele kumsalda yürüyen genç bir çift... Birkaç gün sonra sonbahar o elleri de ayıracak, belki ikisini farklı kentlere sürükleyecek ve bir yaz aşkı daha bitecekti.


Çandarlı’nın bir plajı daha vardır aslında ama o köyün diğer yanında, çarşı tarafındadır. Genelde orası rüzgâr aldığı için pek rağbet görmez. O nedenle batı plajı ve ona bitişik gezi yolu beldenin yaz boyunca kalbinin attığı yerdir. Hem gündüz hem de gece... Ama geceye geçmeden bir çarşıya uğramak da fayda var.

Evdekilerin siparişi eksik olmaz, o nedenle ne zaman plaja insem muhakkak çarşıya uğrarım. Zaten sitelere giden dolmuşlar da oradan kalkar... idi. Bu sene yeni bir otogar yapılmış. Ama dolmuşlar yine çarşı içinden geçiyor.


Çarşıya gitmek için Çandarlı Kalesi’nin yanından ara sokaklara saptım. Cenevizlilere ait bu kale 13.-14. yüzyıllarda yapılmış. Fatih Sultan Mehmet tarafından ve 1814’te 2. Mahmut tarafından yenilenmiş. 1955’te de salına sadık kalınarak restore edilmiş. Ben şimdiye kadar bir kez bu kalenin içine girebildim. Genelde kapısı kapalıdır. Eskiden yaz aylarında içinde konserler düzenleniyordu. Antik adı Pitane olan Çandarlı’nın içinde antik dönemden geriye pek bir şey kalmamış. Kale dışında eski sayılabilecek tek bina, Kale’nin biraz ilerisinde, sahildeki eski taş bina. Sanırım eskiden yağ fabrikasıymış.

Çandarlı’nın ara sokaklarını severim. Köy bir yarımada üzerine kurulduğu için, ilk zamanlarda sokakları karıştırıp çarşı yerine yine denizi karşımda görüverince şaşırıyordum. Artık alıştım. Bu sokaklarda eski köy evlerini görmek mümkün. Avlu içinde, beyaz badanalı, yığma taşla yapılmış tek katlı evler... Tahta kapılarından avlularına girilir. Bu kapıların ardından bazen çocuk sesleri, bazen taşa sürtünen bir süpürgenin sesi gelir. Bazen bir iç çekiş ya da sesleniş. Bazen de bu kapılar açıktır, komşu kadınlar kapı önünde oturmuş birbirleriyle sohbet etmektedir. Evlerin duvarlarından çiçekler sarkar. Yazın da şimdiki gibi sessiz, sakindir bu sokaklar. Dediğim gibi, severim bu ara sokakları.


Kısa bir yürüyüş sonunda çarşıya vardım. Malum her çarşı gibi burası da Çandarlı’da ticaretin kalbinin attığı yer. Yıllar geçtikçe açılan dükkanlar ve verilen hizmetlerin sayısı artıyor. Hatırlıyorum da ilk geldiğimizde iki üç tane market vardı alışveriş edebildiğimiz. Şimdi zincir marketlerin bile şubeleri açılıyor. Çarşının ortasında sabit meyve-sebze tezgahları var. İleride cami, meydanda belediye binası, beyaz eşya mağazaları, lokantalar, otobüs firmaları, banka, postane, emlakçılar vs. Yabancı dil ders kitaplarında çift sayfa illüstrasyonlar olurdu. Kelime öğretmek için. Ne bileyim, “Our town – Kentimiz” derdi başlıkta da alttaki resimde kuşbakışı olarak kentteki önemli binaların isimleri yazardı. Çandarlı da neredeyse o resimlerden fırlamış gibidir. Aradığınız hemen her şeyi bu çarşının içinde bulabilirsiniz.


Tabii yazlıkçıların gitmesiyle çarşı dükkanlarının da müşterisi azalmıştı. Zaten bir iki büyük zincir market müşterilerin çoğunu çekmişti. Alışveriş yaparken kulağıma çalınan belediye anonsu bile yazın bittiğini işaret ediyordu. Yaz boyunca düğün-dernek anonsu yapılırken, şimdi belediyeye eleman alımı anonsu duyuluyordu. Çarşı dışında bir de Cuma pazarı vardır ki tüm sitelerin ahalisi ve dahi çevre beldelerden insanlar taze sebze meyve almak için Cuma pazarına akın ederler. Sadece sebze-meyve mi? Giyim kuşamdan, kap kacağa envai çeşit şey bulunur. Özellikle zeytincilerin ve peynircilerin önünde kuyruk oluşur. Ve pazarda da yaz sonunda tezgahlar azalır, çeşitler azalır, fiyatlar artar.


Dolmuşla eve dönerken düşünmeden edemedim: Yazlıkçılar olarak buralardan giderken şu evlerimizi de yanımızda götürsek. Yazlık beldelerin makus talihi olan betonlaşma, Çandarlı’yı da gitgide sarmakta. Hatırlıyorum da 17 yıl önce geldiğimizde Çandarlı ile onu karşıdan gören 3-4 kilometre ötedeki bir yarımadayı kaplayan sitemiz arasında sadece 5-6 site vardı. Şimdi ise aramızda neredeyse boş arsa kalmadı. Üstelik yeni siteler arka tepelere kadar yayıldı.


Ve Çandarlı’da akşam oldu. Güneş tepelerin arkasındaki kaybolurken rüzgarın da etkisiyle hava iyice serinledi. Gökyüzü pembeleşti, bu renk denizin mavisine karıştı. Sahilin ışıları yavaş yavaş yandı. Daha önce de belirttiğim gibi Çandarlı akşamlarının en canlı yeri sahildeki gezi yoludur. Bir tarafta plaj, diğer tarafta lokantalar, barlar, kafeteryalar... İkisini ayıran yolda ise havanın kararmasıyla birlikte her akşam tekrarlanan bir seremoni. Genci yaşlısı, yerlisi yazlıkçısı bir aşağı bir yukarı bu yolda piyasa yapar. Bir süre her yüz tanıdık gelmeye başlar. Kumsal ise ayrı bir keyiftir. Yaygısını atmış çay içenleri mi arasınız, nargilesini fokurdatanları mı? Çilingir sofrasını kurmuş ufak ufak demlenenler, balık tutanlar, çekirdek çitletenler, hoplayıp zıplayıp oyun oynayan çocuklar... Atlıhan’da veya Kalender’de yemek yerken, Pitaneon’da bir şeyler içerken bu resmi geçidi izlemenin tadına doyulmaz. Hele bir de Musti Bar vardır ki bence kendi efsanesini yaratmıştır. Bir zamanlar Çandarlı’nın en gözde mekanı olan bu bar-diskonun önünde gençler boş masa için sıra beklerlerdi. Şimdi yeni mekanların açılmasıyla biraz müşteri kaybetti galiba ama hâlâ yıllara direnmeyi sürdürüyor. Ben oradayken yolda yürüyenlerin sayısı azalmış, lokanta ve barlardaki boş masaların sayısı artmıştı. Okulların açılmasından önceki hafta sonu burası son bir kez canlanır, yazlık arkadaşları son kez buluşup gelecek sene buluşmak için sözleşirler.


İlk yağmurlar yağar. Kumsal ıslanır. Ardından çıkan güneş “durun gitmeyin” der gibi ortalığı ısıtır. Ama valizler çoktan toplanmış otomobile yüklenmiştir. Yaz başında sahile yapılan akın tersine döner ve yazlıkçılar birer birer kapıları çekip yola çıkarlar. Gözleri arkada, güneşin pırıl pırıl yansıdığı denize bakarak... Sahildeki mekanlar masaları, iskemleleri içeri alır, son müdavimleriyle vedalaştıktan sonra kepenkleri indirir. Müzik sesini, matkap ve çekiç sesleri alır. Kumların üstündeki son havlu da silkelenir ve plaj başıboş köpeklere kalır. Rüzgarın sesine, çakıllara çarpan dalgaların sesi karışır. Ve tüm tatil beldelerinin büründüğü hüznü Çandarlı da paylaşır. Gelecek yaz görüşmek üzere Çandarlı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder