Bazı şehirlerin biraz ihmal edildiğini düşünmüşümdür. Özel bir nedeniniz yoksa veya yerlisi değilseniz, gidip görmek pek ilginizi çekmez. Hele oranın turistik yönden pek bir cazibesi yoksa ya da daha doğrusu bilinmiyorsa... Kaç kişi kalkıp da “Hanım, bayramda Karaman’a gidiyoruz” der? 3-4 günlük bayram tatilinde plajda bronzlaşıp dönmeyi düşünen hanımı, hayal kırıklığına uğratacaktır bu.
Uşak da bana göre bu talihsiz illerden biridir. Çevresindeki kentlerden çeşitli defalar geçmiş, hatta konaklamış olsam da Uşak’a yolum bile düşmedi. Afyon deyince kaymak, Kütahya deyince porselen aklıma gelir de Uşak deyince hiçbir kavram belirmez zihnimde.
Atatürk ve Kurtuluş Anıtı ile arkasında Valilik
Çok yakın bir arkadaşım vatani görevini Uşak’ta yapınca, benim de oraya gitmek için bir nedenim oldu. Hazır tatil için Çandarlı’da (bkz. “Yazın Son Deminde Çandarlı” adlı yazım) iken bir hafta sonumu ayırıp Uşak’a bir seyahat planladım.
Yol boyunca biraz Uşak’ın tarihine göz attım. Uşak çevresindeki ilk yerleşim M.Ö. 4 binlere dayanıyor. Bölge, Hititlerin ve Friglerin egemenliğinde kalmış. Ama asıl M.Ö. 7. yüzyılda Lidyalıların egemenliği altına girmesiyle önem kazanmış. Parayı ilk kez kullanan Lidyalılar, bu bölgedeki zengin altın yatakları sayesinde büyük hazinelere sahip olmuşlar. Bu dönemde yapılan Kral Yolu, Efes’ten başlayıp Uşak’tan geçiyormuş. “Karun kadar zengin” deyiminin kaynağı ise yine bir Lidya kralı olan Kroisos’muş.
Lidyalıların ardından önce Persler, sonra da Büyük İskender bu toprakları fethetmiş. M.Ö.2. yüzyılda başlayan Roma İmparatorluğu dönemi, Doğu Roma İmparatorluğu ile devam etmiş. Türklerin Anadolu’ya gelmesinden sonra bölge, 1176’da kesin olarak Selçukluların hakimiyetine girmiş. Selçuklu İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra Germiyanoğulları Beyliği’nin parçası olmuş. 1429’da ise Osmanlı Devleti’ne katılmış. Katip Çelebi ve Evliya Çelebi seyahatnamelerinde Uşak’ın dokuma ve halıcılık konusundaki ününden bahsetmişler.
Valiliğin önündeki meydan
Uşak, İstiklal Savaşı’nın sonunda da büyük bir rol oynamış. Yunan Orduları Komutanı General Trikopis Merkez Göğem Köyünde ele geçirilmiş. 1 Eylül 1922'de Uşak işgalden kurtulmuş, 2 Eylül 1922'de Atatürk ve İnönü şehre gelerek karargah kurmuşlar, Trikopolis'in kılıcını bugün Atatürk ve Etnoğrafya Müzesi olan evde teslim almışlar.
Uşak bazı önemli ilklere de ev sahipliği yapmış. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk elektrik santrali Uşak’ta kurulmuş, elektrikle aydınlatılan ilk kent burası olmuş. Yine ilk iplik fabrikası ve ilk şeker fabrikası bu ilimizde kurulmuş.
1953 yılında il olan Uşak’ın adı, Osmanlı döneminde “âşıklar diyarı” anlamındaki Uşşak olarak söyleniyormuş, daha sonra ise “oğul, evlat” anlamına gelen Uşak kullanılmaya başlanmış.
İzmir – Uşak arasında yaklaşık 3 saat süren yolculukta, önce Gediz ovası boyunca tarım arazileri ve sanayi tesisleri arasından geçtik. Bu manzarayı nerede görsem, ne kadar bereketli topraklar üzerinde yaşadığımızı ve ne kadar şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Sonra da bu şansı elimizin tersiyle itip bu toprakların kadrini bilemediğimiz aklıma geliyor.
Uşak’a yaklaştıkça arazi bozkıra dönüştü, derin vadilerin arasından geçen yol yükselerek vadilerin tepesine çıktı.
Ağaçlar arasından Ulu Cami’nin minaresi
Uşak’ın girişinde organize sanayi bölgesi bizi karşıladı. Şehrin ekonomisinde tekstil en önemli yeri tutuyor. Uşak, battaniyeleri ve kilimleriyle ünlü… Ancak kilim konusunda pek iyi şeyler duymadım. Söylendiğine göre üretim oldukça azalmış. Yine de Uşak ve Eşme kilimlerinin desenleri dünya çapında üne sahip.
Otobüsten şehrin girişindeki dinlenme tesislerinde indim ve servisle şehrin merkezine geldim. İlk olarak belediyenin arka sokağındaki Çardak Otel’e yerleştim. Dar bir sokaktaki 2 yıldızlı bu otelin hiçbir lüksü yoktu. Sadece bir gece kalacağım için fazla lüks aramıyordum zaten ama biraz daha bakımlı ve modern olmasını tercih ederdim. Odadaki eşyalar oldukça eski ve yıpranmıştı. Yine de temel bir temizlik seviyesini tutturuyordu.
Bir gece kaldığım Çardak Otel
Odaya yerleştikten sonra ilk işim, arkadaşım Erdem’i ziyaret etmek için Jandarma Komutanlığı’na gitmek oldu. Erdem’le nizamiyede bir saat kadar sohbet ettikten sonra ertesi gün çarşı iznine çıktığında buluşmak üzere sözleşip otele döndüm. Fotoğraf makinemi alıp hava kararmadan şehri keşfetmek üzere sokağa çıktım. Akşam yaklaşmasına rağmen hava fazlasıyla sıcaktı.
Burma Cami
İlk durağım, Uşak’ın kalbinin attığı İsmet Paşa Caddesi’nin sonundaki Burma Cami oldu. 1570 yılına tarihlenen bu caminin en ilginç yeri minaresi. Cami adını, burgu şeklinde yükselen, yivli minaresinden alıyor. Pek çok kez onarım gören cami belli ki zamanla yolun altında kalmış, bu da camiyi olduğundan ufak gösteriyor.
Ulu Cami
Ardından meydanın diğer tarafındaki Ulu Cami’yi ziyaret ettim. Bu cami de 15. yüzyıl başında Germiyanoğulları Beyliği döneminde yapılmış. Camiyi anlatan 50 yıllık bir yazıda; Germiyanoğullarından Yakup Bey’in camiyi yaptırdığı yazıyor. Burma Cami’den daha büyük olan bu yapının içindeki hoş süslemelerin ne kadar orijinal olduğu konusunda şüpheliyim. Belli ki yakın zamanda el değmiş. Caminin önünde ise güzel süslemeleri olan küçük bir çeşme gelen geçenin susuzluğuna derman oluyor.
Ulu Cami’nin önündeki ufak çeşme
Caminin şadırvanındaki ağaçların gölgesinde oturan Uşaklılar sohbet edip havanın kararmasını bekliyorlardı. Ben de şehrin en hareketli yeri olan İsmet Paşa Caddesi boyunca yürümeye başladım. Lokantalar, kafeler, başlıca oteller ve mağazalar bu cadde üzerinde yer alıyor. Caddenin hafta sonu olması nedeniyle kalabalık olduğunu düşünmüştüm, ama sonradan öğrendiğime göre İsmet Paşa Caddesi dışında Uşak’ta insanların gideceği pek fazla yer yokmuş. Yani Uşak’ın tüm eğlencesi bu cadde…
Sarraflar Çarşısı
Caddeyi boydan boya kat etmeden önce, Ulu Cami’nin yakınındaki Bedesten’e, yani Sarraflar Çarşısı’na uğradım. İtalyan bir mimar tarafından 1901’de yaptırılan çarşı, iki katlı taş bir yapı. Ancak 1980’lerde yapılan restorasyondan sonra eski halinden pek bir şey kalmamış gibi görünüyor. Adı üstünde, burası ağırlıklı olarak kuyumculara ev sahipliği yapıyor. Hemen dışındaki tek katlı dükkanlar bloğu, saçaklarındaki süslemeleriyle eski görüntüsünü daha iyi korumuşa benziyor.
Şehrin can damarı İsmet Paşa Caddesi
İsmet Paşa Caddesi’nde yürüyerek Valiliğin de bulunduğu geniş bir meydanda yer alan Atatürk ve Kurtuluş Anıtı’na geldim. Bir havuzun ortasında yükselen bu görkemli anıt, üç bölümde Milli Mücadele’de süvarilerin kahramanlığını, Anadolu kadınının fedakarlığını ve Atatürk devrimlerini canlandırıyor.
Atatürk ve Kurtuluş Anıtı
Valilik binasının yanından ara sokaklara saptım.4-5 katlı apartmanlar arasında yer yer tek katlı, bahçeli evler göze çarpıyordu. Bu kerpiç evlerin bazıları metruk, bazılarında hâlâ oturanlar vardı. Ara sokaklardan yürüye yürüye Mendepazarı mevkiindeki Karaali Camii’ne vardım. Caminin 16. yüzyılda yapıldığı söylense de minaresi daha önceki bir döneme aitmiş, şimdiki yapı ise 19. yüzyılda inşa edilmiş.
Caminin ilerisindeki meydanda eskiden Paşa Hanı ya da Taşhan denilen iki katlı taş binayı gördüm. Tiritoğlu Mehmet Paşa tarafından Fransız bir mimara yaptırılmış. Zamanında her iki katta da dükkanlar varmış. Restore edildikten sonra otel olarak kullanılmaya başlanmış. Görünüşe göre şimdilik Uşak’ın en lüks oteli de burası.
Şimdi Dülgeroğlu Otel olarak kullanılan Paşa Hanı
Otelin yanından devam edip Köme mahallesinin ara sokaklarında gezindim. Eski evlere daha fazla rastlanan bu bölge için eski Uşak denilebilir. Girdiğim bir sokakta evlerin çoğunun restore edildiğini gördüm. Hatta bir tanesi Uşak Konağı adlı bir restorana dönüştürülmüş. Restore edilip eskiye uygun dekorasyonla otantik bir görünüm kazandırılmak istenmiş ancak sorduğumda yöresel özel bir yemeğin olmadığını söylediler. Bu bana göre bir eksiklikti ama nezih ve temiz bir mekana benziyordu.
Uşak Konağı ve içi
Kunduracılar Çarşısı
Bir sonraki durağım Kunduracılar Çarşısı oldu. Burada hâlâ ayakkabıcılar faaliyet gösteriyordu. Tentelerle kapatılmış birkaç sokaklık bir alanda dükkanların önündeki tezgahlarda envai çeşit ayakkabı sergileniyordu. Kunduracılarla Belediye Binasının arasında kalan caddeye girdiğimde ise sıra sıra battaniye ve kilim satan mağazayla karşılaştım. Demek ki Uşak’ın ünlü battaniyelerini veya kilimlerini almak için bu caddeye gelmek gerekiyordu.
Farklı bir açıdan İsmet Paşa Caddesi
Yaklaşık iki saattir şehri turluyordum. İsmet Paşa Caddesi’ni merkez alarak bir daire çizmiştim ve şehir merkezinde görülebilecek hemen her şeyi görmüştüm. Yöresel yemekler yiyebileceğim düzgün bir yer bulamayınca ben de İsmet Paşa Caddesi üzerindeki Ezogelin isimli bir kebapçıya girdim. Lokantada Uşak’ın spesiyalitesi olan tarhana çorbasını bulamayınca hayal kırıklığına uğradım. Yediğim yemekler için söylenecek fazla şey yok ama servis ve ikram gayet iyiydi doğrusu. Ben sadece mercimek çorbası ve döner istedim ama ikram olarak gelen keşkek, salata, haydari, çiğ köfte ve bir dilim kızarmış sucuk bile insanı doyurmaya yeterdi. Yemek üstüne de ikram edilen çay ve dondurmalı irmik helvası da caba. Bakalım ne kadar hesap gelecek derken hepsine sadece 15 TL ödemem beni en çok şaşırtan şey oldu.
Tüm o yediklerimi sindirmek için İsmet Paşa Caddesi’ni bir aşağı bir yukarı üç defa kat ettim ve bu sürede Uşak üzerine izlenimlerimi toparlama imkanım oldu. Uşak beklediğimden biraz farklı çıktı. Ben daha tarım toplumu beklerken, sanayi ve ticaret toplumu çıktı. Gerçi ekonomik durgunluğun da etkisiyle esnaf sandalyesini atmış dükkanın önünde oturuyordu çoğunlukla ama sıkıntılı da görünmüyorlardı. Sanırım onlar da oluruna bırakmışlardı.
Uşak’tan manzaralar
Uşak ne tam anlamıyla şehir ne de taşra. İkisinin arasında kalmış büyük bir kasaba sanki. Ege’nin rahatlığı ile Anadolu’nun bazen tedirgin eden gelenekselciliği burada birbirine karışmış. Modern desem modern değil. Tutucu desem alakası yok. Coğrafi konumu gibi Uşak’ta da bir arada kalmışlık hissi var. Yine de beklediğimden daha modern bir kent ve bunda da gördüğüm kadarıyla azımsanmayacak sayıdaki genç nüfus rol oynuyor.
Kısaca Uşak, atılım yapıp modernleşmek isteyen ama klasik Anadolu kültüründen de kurtulamayan bir şehir izlenimi bıraktı bende. Şehrin en renkli yönü ise şivesi belki de. Ege’ye özgü kıvrak ve ritmik şive burada kendini iyice belli ediyor. Yolda yürürken ister istemez insanların konuşmalarına kulak kabartırken buldum kendimi.
Uşak Arkeoloji Müzesi
Ertesi sabah ilk iş Uşak Arkeoloji Müzesi’ne gittim. Müzede Lydialılara ait zengin bir koleksiyon sergileniyordu. Özellikle altın, gümüş ve bronz işçiliğinin yüksek düzeyde olduğu Karun Hazineleri ilginçti. Oldukça iyi korunmuş mezar taşları da bulunuyordu. Karun Hazineleri 60’lı yıllarda yurtdışına kaçırılmış. Metropolitan Müzesi sergilemeye başlayınca dava açılmış ve 1993’te hazine yurda geri getirilmiş. Ancak bu kadar zahmetle geri getirilen bir koleksiyon için yetersiz bir müzeydi. Özellikle güvenlik zaafları nedeniyle sürekli burada hırsızlıklar oluyormuş. Pek çok buluntu açık havada, müzenin bahçesinde sergileniyordu. Biraz yatırım yapılarak çok daha güzel ve kapsamlı bir müze haline getirilebilir hâlbuki burası.
Bu topraklarda altın çok fazla. Karun Hazinesi’nin kaynağı da o altından geliyor. Şimdi de Türkiye’nin ve Avrupa’nın en zengin altın madenlerinden biri Uşak ili sınırları içinde yer alıyor.
Atatürk ve Etnografya Müzesi
General Trikopis kılıcını bu köşede Atatürk’e teslim etmiş
İkinci durağım şehir merkezinin diğer tarafında sayılabilecek, ama yürüyerek gidilebilen Atatürk ve Etnografya Müzesi oldu. Kaftancızade Ailesi’ne ait restore edilmiş konakta yer alan müzenin ilk katında çeşitli yöresel kıyafetler ve eşyalar sergileniyordu. Gösterişli takılar, Uşaklı hanımların da Karun’dan aşağı kalır yanı olmadığını belli ediyordu. Üst kat ise Atatürk’e ayrılmıştı. Müzenin bulunduğu konağın en büyük özelliği, Kurtuluş Savaşı’nın sonunda General Trikopis’in kılıcını burada Atatürk’e teslim etmiş olmasıydı.
Eski Uşak diyebileceğimiz, müzenin de içinde bulunduğu Köme ve Bozkurt mahallelerini bir kez daha turladım. Bu sayede zaten sayısı fazla olmayan, çoğu da bakımsızlıktan yok olma tehdidiyle karşı karşıya olan eski kerpiç evleri görme şansım oldu. Bu evlerden bir kısmı koruma altına alınmış, ancak Safranbolu, Kastamonu veya Amasya’daki gibi Uşak evleri diyebileceğimiz bir yapılanma yok.
Eski Uşak evleri
Ağır ağır sokakları turlayarak Erdem’le buluşacağımız Belediye binasının önüne geldim. Pazar sabahı olduğu için sokaklar tenhaydı. Yaşlılar Ulu Cami’nin etrafındaki ağaçların gölgesinde oturmuş hasbıhal ediyorlardı. Öğle saati yaklaştıkça uzaktan uzağa araba kornaları ile birleşen davul zurna sesi düğünleri müjdeliyordu.
Saat bir gibi Erdem’le buluştuk. İlk işimiz bir kebapçıya gidip karnımızı doyurmak oldu. Yine önceki akşama benzer bir sofra donatıldı. Yemekler lezzetliydi. Fiyatlar yine hesaplıydı. Bu arada yemek yediğimiz lokantanın ismi yine Ezogelin’di. Ben Uşak merkezinde 3 tane Ezogelin isimli lokanta gördüm.
Yine bir aşağı bir yukarı İsmet Paşa Caddesi’ni turlayıp, bir yerde oturup bir şeyler içerek hasret giderdikten ve bol bol sohbet ettikten sonra, Uşak’tan ayrılma vaktim geldi. Erdem’le vedalaşıp yine servisle otobüsün beni indirdiği konaklama tesislerine yollandım.
Uşak’a gelirken çok daha farklı şeyler hayal ediyordum. Nitelikleri göz ardı edilmiş, gizli kalmış hazineleri keşfedilmeyi bekleyen bir şehir. Hayal kırıklığına uğradığımı söylemeliyim. Evet, Uşak’ın pek çok hazinesi var, ama o kadar gizlenmişler ki kimse çıkarma zahmetine katlanmamış sanki. Başta para olmak üzere pek çok ilklere bu bölgede gerçekleşmiş. Dünyanın en büyük altın madenlerinden biri burada. Anadolu’nun en büyük antik hazinelerinden birine ev sahipliği yapıyor ama yeterli itibar gösterilmiyor. Etrafı çok önemli antik şehirlerle çevrili, kaplıcalar, doğa harikaları var. Mesela dünyanın en uzun kanyonlarından biri olan Ulubey Kanyonu burada. Ama yeterli tesis ve tanıtım yok. Dokumada yüzyıllardır haklı bir üne erişmiş. Ama neden bir dokuma, halı-kilim müzesi yok mesela? Sanki Uşak sıradan olmaya terk edilmiş. Başta ihmal ettiğim için üzülüyordum ama tüm bu zenginliğe karşı tanıtım ve yatırım eksikliğiyle ihmal edilmesi gayet normal. Umarım Uşak çok geç olmadan, Karun’un zenginliğinin çağlar öncesinde kalmadığının farkına varır da o zenginliği kullanmaya karar verir.
Bu yolculuktaki en iyi şey aylar sonra askerdeki arkadaşım Erdem’i görmek oldu. Ona ve vatani görevini yapan tüm askerlere hayırlı tezkereler dilerim.
Uşak hatırası
Sinan Bâli
26.07.2010, Moda
Kaynakça:
www.usakkulturturizm.gov.tr
Uşak Belediye Başkanlığı - www.usak.bel.tr
Wikipedia
Çeşitli broşürler
Mükemmel bir Uşak yazısı olmuş!
YanıtlaSil;-) de_sd_e_mo_na@yahoo.com.au
YanıtlaSilthanks for the smile
Birinin bu konu hakkında konuşması beni mutlu etti. Bir uşaklı olarak kendi ilime farklı bir perspektiften bakmış ve gerçekleri görmüş oldum. Ama nüfus olarak aynı olan illere göre bazı konularda çok daha öndeyiz.
YanıtlaSil