30 Mayıs 2010 Pazar

PRAG’DA ERKEN BAHAR


Giriş:

Karanlık dar sokaklar... Nemli Arnavut kaldırımları… Solgun yanan sokak lambaları… Birahanelerden yükselen içki şarkıları… Açılan bir kapının aralığından sokağa düşen sarı bir ışık huzmesi… Ve kuytu sokaklarda yankılanan ayak sesleri… Prag deyince biraz Kafkaesk, biraz dışavurumcu böyle bir görüntü beliriyor zihnimde. Demirperde gerisindeki Prag’ın artık casusluk filmlerinde kalmış imajının belleğimde yeniden canlanması belki de.

Ancak binlerce yıllık köklü geçmişi, Gotik’ten Kübizm’e uzanan pek çok mimari stili bir arada barındırması, hiç durmayan kültür ve eğlence hayatı nedeniyle Prag, Kadife Devrim sonrası tüm dünyadan gezginler için popüler bir uğrak noktası oldu. Hatta fazlasıyla popülerleşti ve eski ruhunu kaybetti diyenler de var.

Bakalım 10 güne yayılan seyahatimde “Küçük anne Prag” bana hangi yüzünü gösterecek? Somurtkan ve donuk bakışlı bir Kafka karakterini mi, her yerde izimi süren ve beni tedirgin eden bir gizli servis ajanını mı, yüzyıllara yayılan kültürel birikimiyle mağrur bir soyluyu mu, yoksa yıpranmış yüzünde ağır bir makyaj taşıyan Çek güzeli mi?